Rönesans, Antik Yunan ve Roma biliminin yeniden keşfedilmesi olarak tasvir edilebilir. Ancak bu Ortaçağ’da bilimin kaybedildiği anlamına gelmemektedir. Bilim her zaman vardır. Rönesans’ta olan, bilim konusunda kilise öğretilerini uygulamak yerine kadim Yunan ve Roma medeniyetinden kalan bilgilere yeniden dönmek, pagan alimlerin eserlerini ve düşüncelerini yeniden keşfederek bunları yorumlamaya başlamaktır. Bu dönemde sanatçılar antik medeniyetlerdeki sanatı icra etmek, onlar gibi düşünmek, onlar gibi Latince kullanmak istemişlerdir (Hirst, 2013: 33).
Antik Dünyanın insanı dünyeviydi. Ölümden sonrasıyla değil, dünyada olanla ilgilenmekteydi. Bu sebepten insan tüm benliğiyle birlikte ön plana çıkıyordu. İnsan, tüm çıplaklığıyla, yani tüm güzelliğiyle tasvir ediliyor; dünyevi yaşamını anlandırmak adına çeşitli felsefi görüşler öne sürülüyordu. Rönesansla birlikte Antik dünyanın 'dünyeviliğine' bir dönüş yaşandı. John Hirst’in Kısa Avrupa Tarihi adlı eserinde bu durum güzel bir örneklem ile açıklanmaktadır. Antik Yunan ve Roma dönemlerine ait heykellerde güzelliği ve mükemmelliği tasvir etmek için insan vücudu kullanılmaktaydı. Praksiteles’in (MÖ. 370-330) Hermes Carrying the Infant Dionysus adlı eserinde bebek Dionysus’u taşıyan Hermes tüm çıplaklığıyla ve görkemiyle birlikte güzelliğin ve mükemmelliğin adeta bir yansıması olarak karşımızda durmaktadır. (Resim 1)
Resim 1 : Praxiteles - Hermes Carrying the Infant Dionysus
Resim 2 : Adam and Eve Reproached by the Lord (1015)
Almanya’nın Hildesheim kentinde inşa edilen ve Ortaçağ’a ait bir Katolik katedrali olan Hildesheim Katedrali’nin (1015) Bronz kapılarında Adem ve Havva kabartması yer almaktadır. Bu kabartmada tanrının yememelerini söylediği halde yasak meyveyi yiyen Adem ve Havva tanrı tarafınan suçlanmaktadır ve ikisi de çıplaklıklarından utanarak bunu gizlemeye çalışmaktadır. Tanrı’nın suçlaması karşısında Adem Havva’yı, Havva ise yılanı suçlamaktadır. Bu kabartmada insan vücudu kötü, aciz ve bir günah kaynağı olarak tasvir edilmiş ve gizlenmeye çalışılmıştır. Antik dönemdeki inanışın aksine kendi çıplaklığından gurur duymamakta ve bunu örtmeye çalışmaktadır. İnsan, kendi vücudundan utanmaktadır. (Resim 2)
Rönesans’la birlikte Antik Dünya’nın estetik güzellik anlayışına yeniden bir dönüş yaşanmıştır. Kutsal kitapta yer alan Davut karakteri Rönesans’ta Antik Yunan tanrıları gibi canlı, soylu, güzel, mükemmel bir biçimde tüm çıplaklığıyla birlikte tasvir edilmiştir. (Resim 3).
Resim 3 : Michelangelo - Davut (1501-04)
Ortaçağ Avrupa’sında ortaya konulan sanat eserleri, kutsal metinlerdeki hikayeleri tasvir ederlerdi. Bu eserler, kutsal kitaptaki "imge yapmayacaksın" yasağına uygun olarak yapılırlardı ve var olan hiçbir şeye -büyük ölçüde- benzerlik göstermezlerdi (Kamözüt, 2015: 25). Ancak insan bedeninin estetik güzelliği Rönesansla birlikte yeniden ön plana geldi. Ortaçağ’ın insanı ezen karanlık ve kasvetli havasından çıkıldı; insan benliğiyle ve bedeniyle yüceleştirildi. Bu dönemde yapılan resim ve heykel gibi pek çok eserde Hristiyan ilahiyatından çıkılarak Antik Yunan ve Roma dönemlerinin pagan ilahiyatının güzelleştirmelerinin yapıldığını görmek mümkündür. Örneğin, kutsal kitapta hikayesi anlatılan Davut, kutsiyetten çıkarılmış ve beşerileştirilmiştir. Michelangelo’nun Davut eseri, Davut’un Golyat’a saldırmaya karar verdiği anı tasvir etmektedir. Ancak bu tasvir kutsal kitaptaki tasvirden oldukça farklıdır. Kutsal metindeki hikayeye göre "Golyat, kimsenin karşısına çıkmaya cesaret edemediği üç metre boyunda Filistinli bir savaşçıdır. Buna karşın genç ve çelimsiz bir çoban olan İsrailli Davut onunla savaşma cesareti gösterir. Davut daha önce hiç savaşta yer almamıştır, öyle ki kral Saul'un kendisine verdiği zırh ve kılıcı taşıyamaz; onlarla yürüyemez ve onları çıkarttıktan sonra çoban kıyafetiyle Golyat'ın karşısına çıkar. Golyat onu görünce küçümser; çünkü Davut, değnek, sapan ve çoban torbasıyla gelen genç bir çocuktur. Ancak sapanıyla başına taş attığı Golyat sersemleyip yere düştüğünde, gidip başını keser. Davut'un kılıcı bile yoktur; kullandığı kılıç Golyat'ındır. Öyküden çıkarmamız beklenen ders ise önemli olanın fiziksel olarak güçlü görünmek değil tanrının sevgili kulu olmak olduğudur." (Kamözüt, 2015: 26)
Ancak Michelangelo’nun yaptığı Davut heykelinde Davut çelimsiz, zayıf bir çoban olarak tasvir edilmez. Aksine; oldukça güçlü, ihtişamlı ve atletik bir yapıdadır. Buna rağmen oldukça beşeri bir biçimde yüzünde bir endişe, duruşunda bir tedirginlik vardır. Tıpkı Antik Yunan eserleri gibi çıplak bir şekilde tasvir edilmiştir. Kutsal metindeki hikayede yer alan sapanı ve taşları Davut’un elleri arasında adeta gizlenmiştir ve ancak dikkatli bakıldığında görülebilmektedir. William E. Wallace Davut heykeli için "Rönesans'ın klasik Antikitenin 'yeniden doğuşu' olduğunu söylediğimizde, bunu hiçbir iş Michelangelo'nun Davut'undan daha iyi sergileyemez" demiştir.(Wallace, 2009: 61 akt. Kamözüt, 2015: 27).
LEONARDO DA VİNCİ
Rönesans’ın sembol isimlerinden olan Leonardo Da Vinci, 15 Nisan 1452’de Floransa civarındaki Vinci kasabasının Anchiano köyünde Ser Piero da Vinci ile bir köylü kızı olan Caterina’nın evlilik dışı çocukları olarak doğdu (Unat, 2012: 51). Kendisini büyüten büyükanne ve büyükbabasının peş peşe ölümü üzerine, 15 yaşındayken babasının ailesiyle birlikte Floransa’ya gitti. 17 yaşına geldiğinde; ressam, heykeltraş ve mimar olan Andrea del Verrocchio’nun (1435-1488) yanında çırak olarak çalışmaya başladı ve bütün eğitimini ondan aldı (Unat, 2012: 52 , Bayav, 2015: 125). Hem dönemin genel tutumunun bir parçası olarak hem de ustasının da etkisiyle resim, mimari, heykel, optik, mühendislik gibi birçok alanda çalışmalar yaptı.
Asıl ilgi alanı resim olan Da Vinci, 20 yaşına geldiğinde Floransa Ressam Loncasına kabul edilmiştir (Unat, 2012: 52). Resimle ilgili çalışmalar yaparken insanı canlı ve en gerçeğe uygun biçimde çizebilmek adına anatomiye yönelik çalışmalar yapmaya başlamıştır. İnsan vücudunu oluşturan eklem, kas ve kemik sistemlerinin yapılarını ve birbirleriyle uyumlarını inceleyerek resim çalışmalarını daha sağlıklı bir şekilde yürütebilmeyi amaçlamıştır. Karşılaştırmalı olarak yürüttüğü anatomi çalışmalarında, insanların ve çeşitli hayvanların anatomik yapılarını karşılaştırmıştır. Teknolojiyle alakalı olarak yaptığı mühendislik projelerini de bu karşılaştırmalı anatomi çalışmalarına borçludur. Örneğin; kuşların kas ve kanat sistemlerini incelemiş, ve yaptığı çalışmalar sonucunda insanların da belli bir düzenek sayesinde uçabileceği anlayışını geliştirmiştir.
Göz anatomisi, görme geometrisi, görme piramidi, gibi konularda da çalışmalar yapmıştır. Çünkü ışık ve perspektif, bir çizimde ele alınan objeyi güzel bir biçimde betimleyebilmenin en önemli araçlarıdır. Perspektifi ve görünüm açısını kusursuza yakın bir biçimde belirlemenin yolu da geometri aracılığıyla gerçekleştirilecek çizimdir (Topdemir, 2017: 149). Bu maksatla Leon Battista Alberti (1404-1472) ve Piero della Francesco (1415-1492) gibi isimlerden dersler almış, perspektife dayalı çizimi en iyi hale getirmeye çalışmıştır (Aktan ve Yağmur, 2019: 153). Mona Lisa ve Kakımlı Kadın adlı eserleri Da Vinci’nin ışık, gölge ve perspektif kullanımı konusunda ulaştığı yüksek düzeyi bizlere göstermektedir.
VİTRUVİUS ADAMI
Da Vinci’nin üstün gözlem ve deney yeteneklerinin yansımalarını eserlerinde görmek mümkündür. Anatomi üzerine yaptığı incelemeler, doğaya yönelik gözlemleri Leonardo’nun en çok bilinen eserlerinin oluşmasında ve ünlenmesinde etkili olmuştur.
Resim 4 : Leonardo Da Vinci - Vitruvius Adamı (1490)
Vitruvius Adamı (Resim 4), Leonardo da Vinci'nin 1490’ların başında oluşturduğu bir eskizdir. Antik Yunan ve Roma metinlerinin yeniden incelendiği bir dönemde, Leonardo Da Vinci tarafından Antik Romalı ünlü mimar ve yazar Marcus Vitruvius Pollio’nun (MÖ.80-15) "De Architectura" adlı eserinde açıkladığı 'altın orandan' esinlenerek yapılmıştır. Bu sebeple "Vitruvius Adamı" olarak anılır. Da Vinci, altın oranı araştırarak bu oranı çalışmalarıyla tanıtmıştır. Böylece Altın Oran Rönesans döneminin estetik kuralı haline gelmiştir (Stakhov ve Sluchenkova, 2019: 22 akt. Aktan ve Yağmur, 2019: 153).
Romalı Vitruvius, bir çember ile kareye sığdırılabilen insan vücudunun orantı ve simetri açısından mükemmel olduğunu öne sürmüştür. Verrachio’nun atölyesinde Vitruvius ve Alberti gibi isimlerin eserlerine erişim imkanı elde edebilen Da Vinci, iki ismin de çıkarmış olduğu Mimarlık Üzerine (De Architectura) eserlerinden hareketle altın orandan faydalanmış ve kendi Vitruvius Adamı çizimini ortaya koymuştur (Emison, 2017: 18 akt. Aktan ve Yağmur, 2019: 154). Leonardo’nun Vitruvius adamında tek bir resim oluşturabilmek için kare ve daire üst üste bindirilmiş ve tam ortasına uzuvları açık ve kapalı pozisyonlarda üst üste geçen çıplak bir erkek vücudu tasvir edilmiştir.
Eser, Leonardo’nun orantıya yönelik derin merakının mükemmel bir dışavurumudur. İdeal oranların kusursuz bir ifadesidir. Bunun yanında, insan ile doğayı birbirleriyle ilişkilendirme çabalarının temel taşıdır. Eserdeki kare alanın fiziki dünyayı, dairesel alanın ise spiritüel dünyayı temsil ettiğine inanılır. Vücudun sınırları kare alanın içindedir ve bu alanın merkezinde üreme organları yer almaktadır. Spiritüel dünyanın merkezinde ise göbek yer alır. Online Britannica Ansiklopedisi'ne göre "Leonardo, insan vücudunun evrenin işleyişinin bir analojisi olduğunu düşünüyordu ve insan vücudu ile evren arasında bir bağ kuruyordu."
Da Vinci, hayatı boyunca yaptığı gözlemler, anatomi çalışmaları ve deneyler sayesinde insanı ve insan vücudunu kavrayabilmişti. Vitruvius Adamı eseri sayesinde mikrokozmosun kusursuz bir kozmografisini ortaya koydu. Yani, hayatı boyunca gözlemleyip anatomik incelemeler yaparak çalışmış olduğu insan vücudunu; Vitruvius Adamı eseriyle imgeden simgeye dönüştürmeyi başardı. Leonardo’nun anatomi, gözlem, perspektif, altın oran konusundaki çalışmaları Vitruvius Adamı eskiziyle vücut buldu.
*Altın Oran irrasyonel bir sayıdır. Bu sayının yazılışı 1,618033988749894…’tür. bu sayının sembolü ise Fi yani Φ’dir. Bir doğru parçası öyle iki parçaya ayrılmalıdır ki, küçük parçanın büyük parçaya oranı, büyük parçanın bütüne oranına eşit olmalıdır. Bu durumda yaklaşık 1.618 değeri (altın oran) bulunur (Sözen ve Tanyeli, 1986: 18 akt. Beyoğlu, 2016: 360).
DEĞERLENDİRME
Rönesans döneminde ortaya koyulan pek çok eser, Michelangelo’nun Davut heykeli gibi, kutsal metinlerde anlatılan hikayeleri eskiye dönüş odaklı yeni bir üslupla ele almaktadır. Bu dönemde; Hristiyan ilahiyatının tasvirleri, pagan sanatı ve üslubuyla kusursuz bir şekilde ortaya konmuştur. Leonardo Da Vinci de resim alanındaki ünlü başyapıtları olan Bacchus, Vaftizci Yahya, Azize Anna & Meryem ve Çocuk İsa gibi eserlerinde Hristiyan ilahiyatından olayları ve kişilikleri beşeriyete çekerek yansıtmayı başarabilmiştir.
Birikimlerinin sonucu olarak ortaya çıkardığı Vitruvius Adamı eserini yaparken, Antik Roma dünyasına dönerek altın oranı almış ve Ortaçağ’da önemini yitiren bireyi Rönesans’ta kusursuz bir düzenin ve orantının merkezine koymuştur.
Yeniden Doğuş olarak adlandırılan Rönesans’ta, insan vücudu da yeniden doğarak Antikite’deki önemine yeniden kavuşturulmuştur. Bunu Da Vinci’nin ve pek çok Rönesans sanatçısının eserlerinde görmek mümkündür.
KAYNAKLAR:
Aktan, Y. ve B.E. Yağmur (2019). Altın Oran Bağıntısının Leonardo Da Vinci'nin Eserleri Üzerinden İncelenmesi. Uluslararası Bilimsel Araştırmalar Kongresi (UBAK), 11 – 14 Temmuz 2019, Bandırma. Ankara : Asos Yayınları, s.147-158.
Bayav, D. (2015). Leonardo Da Vinci'de Sanat, Bilim ve Etkileşimi. Trakya Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 11/2, s.123-142.
Beyoğlu, A. (2016). Sanat Eğitiminde Altın Oran ve Leonardo da Vinci’nin Eserleri Arasındaki İlişkinin İncelenmesi. YYÜ Eğitim Fakültesi Dergisi (YYU Journal Of Education Faculty), XIII/I, s.360-382.
Hirst, J. (2013). Kısa Avrupa Tarihi. Çev. Mihriban Doğan, İstanbul : Say Yayınları.
Kamözüt, C. (2015). On Yedinci Yüzyıl Bilim Devriminin Hazırlayıcısı Olarak Mediciler ve Michelangelo. Kilikya Felsefe Dergisi. 2015/1, s.23-43.
Unat, Y. (2012). Bir Rönesans Mühendisi : Leonardo Da Vinci. Dört Öge, sayı:2, s.51-66.
Topdemir, H.G. (2017). Leonardo da Vinci. Bilim ve Teknoloji Tarihi, Ed: Prof. Dr. Ertuğrul Yörükoğulları ve Prof. Dr. Ekmeleddin Mehmet İhsanoğlu, Eskişehir : Anadolu Üniversitesi AÖF Yayını No:2453, s.148-150.
0 Yorumlar