Avrupa medeniyetleri kendi temellerini Antik Yunan ve Roma mirasları üzerinde kurmuştur. Öyle ki Avrupa’da Antik Yunan ve Roma antikitesinin yeniden keşfedilmesi Avrupalıların da kendilerini yeniden keşfetmelerine,yeniden doğmalarına, yani Rönesans’a yol açmıştır. Ardından da Antik Yunan ve Roma dönemine ait eserler, o dönemle ilgili tarihi metinler insanlar tarafından hız kesmeden okunmaya devam etmiştir. Bunun sonucunda, bu metinleri okuyarak yetişen, Antik Yunan ve Roma kültürlerine hakim, onlardaki demokrasi, eşitlik, cumhuriyet gibi kavramlara aşina yeni bir nesil ortaya çıkmıştır. Aydınlanma filozofları olarak adlandırdığımız insanlar da işte böyle bir ortamda yetişmişlerdir. Yalnızca Antik Yunan ve Roma değil, Erken Modern Dönem Avrupa’sında yetişen; deney ve gözleme dayalı bilimler geliştiren, yeni fikirler ortaya çıkaran Newton, Hobbes, Locke, Descartes gibi kişilerin eserleri de Aydınlanma dönemi için büyük önem teşkil etmiştir. Nitekim Newton’un mekanik dünya görüşü diye anılan anlayışına göre; evreni yaratan bir tanrı vardır. Ancak o dünyayı belli bir düzene ve mekanizmaya göre yaratmış ve ardından dünyadan elini çekmiştir. Ortaçağ’da Katolik Kilisesinin öne sürdüğü gibi insanları cezalandırmak için elinde bir kırbaçla beklemez. Newton’un görüşündeki tanrı iyimserdir. Dünyayı yarattıktan sonra ona ve içinde yaşayanlara müdahale etmemiştir. İnsanları, kendi akıllarını kullanarak hayatlarını iyi ve erdemli bir şekilde sürdürmeyi başarabilirler. Newton’un ve Descartes’in bunun gibi fikirlerinden ortaya çıkan deist felsefe Aydınlanma döneminde büyük yer kaplamıştır. Aydınlanmanın Descartes’ten kaynaklanan Fransız rasyonel, akılcı ve şüpheci bir yönü varken bir de İngiliz deneyciliği yönü vardır. Örneğin Descartes, şüpheyi son noktaya kadar götürür. ‘’Düşünüyorum, öyleyse varım!’’ der. Yani, düşünmeyi sürdürdüğü sürece varlığından şüphe etmez.
Aydınlanmanın bazı kavramları vardır ve bunlardan birincisi hiç şüphesiz akıldır. Zaten Immanuel Kant aydınlanmanın tanımını bize verirken ‘’ Aydınlanma, insanın kendi suçu ile düşmüş olduğu bir ergin olmama durumundan kurtulmasıdır. Bu ergin olmayış durumu ise, insanın kendi aklını bir başkasının kılavuzluğuna başvurmaksızın kullanamayışıdır.’’ demektedir. Burada kastedilen ‘başkası’ hiç şüphesiz ki insanı baskı altında tutan, insanın hayatına insanın kendisinden daha çok yön veren kilise ve monarşi benzeri baskıcı kurumlardır. İnsanların aydınlanabilmesi için bu kurumların zincirlerini kırması gerekir. Hayatı boyunca zincirler altında yaşayan, düşünmek yerine sorgusuz sualsiz itaat eden insanlar için aydınlanma ilk başta zor gelecektir. Çünkü bu insanlar hayatlarını başkasının yönlendirmesine alışkındır. Onun yerine düşünen, onun vicdanıyla yapması gereken ibadetleri yönlendiren kurumlar vardır. Ancak yetişkin olmak istiyorsa bunlardan ve bunların zincirlerinden kurtulması gerekir. Bu Kant’ın öne sürdüğü bir görüş olsa da temellerini Antik Yunan’da bulmamız mümkündür. Platon’un mağara metaforu da buna benzer bir durumu anlatmaktadır. Hayatları boyunca bir mağaraya sırtları güneşe dönük şekilde zincirlenen insanlar vardır. Bunlar, hayatları boyunca gölgeleri görmeye alışmışlardır, onun esas kaynağı güneş hakkında fikirleri yoktur. Ancak bir kere zincirlerden kurtulup da güneşe baktıklarında bütün fikirleri değişir. Mağaraya döndüklerinde insanlara asıl hakikati anlatmaya, gölgelerin yalnızca bir aldatmaca olduğunu kanıtlamaya çalışırlar. Bu, aydınlanmanın ne demek olduğunu anlatan güzel bir metafor olmasının yanında, Aydınlanma ve Antik dönem arasındaki bağları da bize gösteren güzel bir örnektir.
Akıl konusunda dönecek olursak, akıl Aydınlanma’nın en önemli kavramı olsa da, onun sınırsız kullanımının büyük sorunlara yol açtığı bir gerçektir. Bunu Fransız İhtilali’ndeki Terör Döneminde de, diğer savaşlarda da görürüz. Çünkü akıl iyi bir şey olsa da, insanları zincirlerini kırmaya teşvik etse de; silahlara, tüfeklere, bombalara, atom bombalarına sebep olan da yine akıldır. Aydınlanmanın bir diğer önemli kavramı doğal hukuktur. Aydınlanma filozofları insanların doğuştan gelen birtakım hakları olduğuna inanırlar. Onlara göre tanrı insanı yaratırken burjuva, aristokrat ya da köylü diye yaratmaz. İnsan her yerde insan olarak doğar ve herkesin bir yaşama hakkı vardır. Deney, özgürlük, eşitlik, bilim, sekülerizm aydınlanmanın diğer kavramlarıdır. Aydınlanma döneminin bu fikirleri salonlarda, barlarda, cafelerde, kulüplerde insanlar arasında hızla yayılmıştır. Bu fikirlerden etkilenen insanlar Amerikan Devrimi, Fransız İhtilali ve Sanayi Devrimi gibi önemli olaylara yol açmışlardır. Öyle ki aydınlanmayla gelen eşitlik, özgürlük, aklın kullanımı, zincirlerin kırılması, doğal haklar gibi kavramlar Amerikan ve Fransız İhtilallerine yol açmıştır. Çoğunluğu 18. Yüzyılda yaşayan Fransız aydınlanmacılar hayatlarının bir döneminde İngiltere’de yaşamış, oradaki meşruti monarşiden etkilenerek bununla ilgili yazılar yazmışlardır. Onların bu fikirleri sonradan Fransız İhtilaline zemin hazırlamıştır. Cumhuriyetle yönetilen bir İtalyan şehrinde doğan J.J. Rousseau’nun fikirleri ise Fransa’da cumhuriyetin ortaya çıkmasına zemin hazırlamıştır. Ancak şu unutulmamalıdır, cumhuriyet kavramını ortaya atan Rousseau değildir. Bu, zaten Roma’da olan bir kavramdır. Rousseau’nun yaptığı bu fikri yeniden canlandırmaktır. Bir başka Fransız aydınlanmacısı olan Montesquieu’nun yazdığı Kanunların Ruhu adlı eser Amerikan Anayasasına ilham olmuştur.
Aydınlanmanın Radikal Aydınlanma, Karşı Aydınlanma gibi pek çok çeşidi vardır. Örneğin Karşıt Aydınlanmacılar soyut akıl yerine somut tarihi koyarlar. Soyut yerine somut, akıl yerine gelenek, evrensel yerine tarihseli koyarlar. En geniş anlamda ilerleyici bir düşünce olan aydınlanmanın hedefi insanları korkularından arındırmak ve efendi konumuna getirmek olmuştur. Aydınlanmanın tasarısı dünyanın büyüsünü bozmaktır. Aydınlanmacılar mitleri, efsaneleri dağıtmak, kuruntuları bilgi yoluyla yıkmak isterler ve bunu büyük ölçüde de başarırlar.
0 Yorumlar